Evlerin solgunluğundan geliyorum, dedi, sesindeki karıncalanmayı gözlerinin nemiyle silerek; dünyayı tek bir renge indiren o uzun incinmişlikten. Sevgisizliğin ve doyumsuzluğun emzirdiği bir kadınla, aşkı ve kadınları aşağılayan bir adamın zehirli suyundan doğdum. Derin ve dar bir alacakaranlıktı akıp geldiğim yatak. Kime biraz gülümsediysem, garip bir önlem duygusuyla, bir yerlere gecikiyormuş gibi telaşlı, arkasını dönüp gitti. Korkunun ve bencilliğin cumhuriyetinde kabalığın kırıcı saltanatıydı yaşadığım. Herkes büyük bir ikiyüzlülükle bir erdem, bir zorunluluk gibi ölümü kutsuyordu. Kimsenin yağmuru seyretmediği bir dünyada yıldızları sevmenin yalnızlığı ile her gün biraz daha geri çekildim. Üstüme örttüğüm yorgan yüreğimdeki serçenin küçücük ürkek kanatlarıydı. Kimse, ilkyazın sevgi, yazın dinginlik, güzün bitiş, kışınsa sıcaklığı bitiren bembeyaz bir düş olduğunu anlatmadı. Ne zaman bir sızıyla gözlerimi bulutlara, ağaçların uç dallarına, rüzgarın ufukta çaldığı ıslığa çevirdiysem, yüzüme inen bir tokatla önümdeki duvarlar gösterildi. Alnımdaki derin eğri bu sakınmalardan kalmadır. Bu yüzden sesimin rengi acı, gözümün ışığında bulanık bir kırılma, parmaklarım böyle dolaşır birbirine...
Yüksek sesle konuşan asık suratlı bir kalabalık içinde bir sessizliği onarmaya çalışmaktan sindi üzerime bu ezgin acemilik. Bu kirlenmeden korumak için susarak yaşadığım her şeyin bir yenilgi olduğunu çok sonra öğrendim. Benim, kıyısında bir saygıyla beklediğim olanak, başkalarının çiğneyip attığı bir sıradanlıktı. Herkesin gövdesiyle var olduğu yerde yüreğini öne süren “bir beyazdım siyahlar arasında.” Kimsenin başkasının gözünün içine bakmadığı, herkesin çoğalmak için aynasını yanında taşıdığı yankısız bir zamanda, insanları sulara bakmaya çağıran bir meczup, bir beşinci mevsim simyacısıydım, yanlışını sevip yenilgisini kutsayan. Evlerin perdesini çektiği yerde camlarımı açarak soluk almaya çalıştım, çürümüş insan kokuları arasında. Sevginin ölümden, sabahın akşamdan farkı yoktu büyük çoğunluk için. Bir solgunluktan geliyorum, evet. Aşkı bitmiş bir ilişkinin kamburu, lambaları sönen bir evden sızan yalnızlığım. Dudağımdaki titreme içimde can çekişen gelecektir. Yüreğimin çok önceden gördüğü bir sonuçtur kirpiklerimdeki buğu.
Kıyılarındayım işte... Ne isteyebilir ki kırk yerinden kan sızan yaralı bir hayvan, avcısından. Kaküllerinin rüzgarlı ülkesinde bir küçücük yer büyüklüğünde; gözlerinin kahverengi suyundan bir yudum iyilik; gövdemi bir suç, bir fazlalık, gereksiz bir eşya olmaktan çıkaracak bir büyülü dokunuş, parmaklarının inceliğinden. Dünyanın kötülüğüne küçücük bir yanıt, sevgiyle. Her şeyin alışverişe döndüğü bu pazardan bir yürek hesapsızlığı. Geldim ve kıyılarındayım işte tüm kirlenmişliğim, tüm arınmışlığımla. Merhaba Ömür Hanım, merhaba dünyanın tek olanağı içtenlik, merhaba diplerde ışıyan gelecek düşü, merhaba benim murat üstündeki yalnızlığım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder